Bitter Blood Ch.1
Kanın tadı hep acı mıydı?
Genç çocuk ağzının içinde sıcak kanın acı olduğunu ilk defa fark ediyordu. Yanağını ısırmaktan yara yapmış, ağzının içi kanla dolmuştu. Tanrı biliyor ya canının acısını başka bir acıyla kapatmaya çalışıyordu.
Saçlarının dibinde oluşan büyük yara, saçlarının sarısını buruk bir turuncuya çevirmesine neden olacak kadar kan akıtıyordu. Boğazı bağırmaktan tahriş olmuştu, artık ses çıkartmıyordu çünkü onu duyan kimsenin olmadığını idrak edebilmişti. "Öleceğim." dedi içinden. "Oysa üzerimdeki sweatshirtü çok seviyordum."
Elini yavaşça karnına götürdü ve orada saplı duran bıçağa baktı. Üzerinde olan beyaz sweatshirtün kırmızıya bulandığını gördü. Kafasını yere vurduğunda oluşan yara, karnında saplı duran bıçak ile kutsal bir acı harmonisi oluşturuyordu. Daha önce defalarca yaralanmıştı, bu aslında o kadar da zorlamıyordu onu.
Yattığı soğuk zemin griliğini sıcak kanın kızıllığı ile kapatmaya başlamıştı. Şu anda vücudunu saran ve terk eden kanın kızıllığı ona başka bir kırmızıyı hatırlattı. Biraz da olsa ayaklanmaya çalıştı, en azından sürünerek ölmek istemiyordu. Kollarından destek almaya kalktığında göğüs kafesinin üzerine basan sert ayakkabı onu durdurdu.
"Şansını daha fazla zorlama Gabriel, patron kanını son damlasına kadar akıtma emri verdi." dedi yerde yatan ve ölmek üzere olan çocuğun göğsüne sertçe bastıran adam.
Gabriel konuşmak istedi fakat ağzının kanla dolu olduğunu fark etti, zamanı ve mekanı kaybetmeye başlamıştı. Son gücünü topladı.
"Boğazımı kesseydiniz o zaman aptal orospu çocukları!" dedi.
Sesi yüksek değildi ama isyan ettiği belliydi. Katillerinin bile aptal olması sinirini bozmuştu. Madem kan akıtmak istiyorlardı damarları keseceklerdi, kafasını yarıp karnına bıçak sokmayacaklardı. Kendini aşağılanmış hissediyordu. Kim katillerinin işi bilmeyen adamlar olmasını isterdi ki? Onu buraya sürüklemek için vücuduna enjekte ettikleri bir ton sakinleştirici yardımı ile daha çabuk ölürdü. Ama hayır, sanki yüce tanrılara küfür etmişti. Acı çekmek zorundaydı.
"Hayatımı sikeyim." diye mırıldandı.
Adam hala onun kaburgasına baskı yaparken ona doğru fısıldadı. "Bana doğru yaklaş."
Adam ayağını çekip suratına doğru eğildi. Gabriel ona doğru eğilen adamın kulağına yanaştı ve bütün adrenalin kırıntılarını toplayıp bağırdı.
"Daha hızlı ölmemi istiyorsan karnımdaki bıçağı çek ve boğazıma sapla, aptal herif seni!"
Ölürken bile bu kadar gerizekalı insanlar ile muhatap olmak Gabriel'in sinirini bozuyordu. Huzurlu ölüm bile yoktu! Gerçi bu zamana kadar hayatı ne zaman huzurlu olmuştu ki?
Yerde ufak bir kan gölü inde yatan Gabriel'in ona bağırması şaşıran adam onu dinlemeye karar verdi.
Gabriel adamın şaşkın bakışlarını ve yaralı karnına doğru uzanan elini izledi. Tam olarak iç organlarından birkaç tanesini delmiş olan bayonet bıçağın içinden çekişini izledi. Canı acımıştı, bir anlığına gözleri kararmıştı. Ölmek için hazır hissediyordu.
Kana bulanmış elini şah damarını üzerine getirdi.
"Burayı kes." dedi artık neredeyse çıkmayan sesiyle.
Adam çocuğun karnından çektiği bıçağın üzerinden damlayan kanları silkeledi. Yavaş bir şekilde boğazına yaklaştırdı ve temiz bir kesik bıraktı damarın üzerinde.
Gabriel acıyı hissetmedi, biliyordu bunun nasıl birşey olduğunu. Daha önce kaç kere ölmüştü? Yüz kere mi yoksa bin kere mi hatırlamıyordu ama ölümden önce acıların da bittiğini biliyordu. Sıcak ve acı kanı beton zeminle birleşirken gözlerini kapattı.
Geçici bir sona kucak açtı. Zihni tamamen karanlığın içine çekildiğinde artık nefes almıyordu.
Yerde yatan genç çocuğun artık nefes almadığını anlayan adam onu arkada bekleyen iş arkadaşına seslendi. "İş bitti, kanıt al ve gidelim artık." Sıkılmıştı, genç insanları öldürmeyi sevmiyordu. Ayağının dibindeki ölü beden ise en fazla yirmilerinin sonlarındaydı. Kan bulaşmış sarı saçları, beyaz teni ve ölmeden önce görebildiği kadarı ile kehribar rengi gözleri vardı. "Acaba patronu bu kadar kızdıracak ne yaptı?" diye geçirdi adam içinden, ardından kafasını sallayıp düşüncelerini def etti. Ölmüştü işte, sorgulamaya gerek yoktu.
Elindeki kanı pantalonuna silen adam, cebinden iş için kullandığı telefonu çıkardı. Patronuna işin bittiğini yazdı. Geride kalan cesedi ve kanıtları yok etmek için gerekli olan temizlik ekibini beklemesi bir zorunluluğu vardı.
Patronu işin kusursuz olduğuna emin olmalıydı. Geride bir damla kan kalmaz, kimse şüphelenmezdi. Yer altının en saygın isimlerinden biri olan patronunun en önemli özelliği buydu. Asla geride kanıt bırakmazdı. Bu yüzden de yakalanmazdı, kimse onun en ufak hatasını bulamadı. Dokunulmaz bir isme ve yıkıcı bir üne sahipti.
Adamın ayağının ucunda yatan ölü bedenin patronu ile alakasını anlayamamasının nedeni de buydu. Ölü çocuk fazla basit görünüyordu. Ne keş gibiydi ne de bir satıcı. Fazla basitti, belki de ilgi çekmesinin nedeni buydu. Hadi ama, kim ölürken katiline işini daha hızlı bitirmesini söylerdi ki? Garip bir şeyler olduğunun sezmişti fakat anlayamıyordu. Bu kadar kafa yormaması gerektiğini düşündü.
Düşüncelerinin içinde sürüklenirken tam olarak kafasının içinde yankılanan korna sesi ile kendisine geldi. Temizlik ekibinin geldiğini gören adam derin bir nefes verdi. Artık gitme vakti gelmişti.
Arkasına döndüğünde büyük minibüsten inen 3 kişi gördü. Aralarında sadece birini tanıyordu fakat onlara yaklaşmaması gerektiğini biliyordu.
Beyaz kıyafetleri içinde ona doğru yaklaşan üçlünün içinden tanıdığı tek kişi Abel'dı. Abel bir deliydi, evet bunu biliyordu çünkü daha önce neler yaptığına şahit olmuştu. O sadece adamları öldürür ve pişmanlık hissederdi. Temizliği yapan Abel ise cesetleri birer sanat eseri olarak görürdü. Yaşayan insanlarla neredeyse hiç muhatap olmayan Abel, cesetlerle saatlerce konuşur, onlara derdini anlatırdı, en sonunda anlatacak bir şeyi kalmadığında ise cesetleri yok ederdi. Onun işi buydu.
Dışardan Abel'a bakan bir insan belki de ona hayran olurdu. Dünyanın karanlık tarafı sanki onun gözlerinin içine gizlenmişti. Simsiyah gözleri ve en az gözleri kadar kara saçları vardı. Teni onların tam zıttı gibiydi. Bembeyaz teni, belki kansızlıktan belki de etnik kökenlerinden dolayı ölü gibiydi. Onu tanıyan bazı insanlar cesetlerle zaman geçire geçire bir cesede dönüştüğünü de söylerdi. Fazla uzun değildi, zaten boya ihtiyacı olduğunu da düşünmezdi.
Olay yerine vardığında içinde gezinen heyecana hakim olamadı. Yaklaşık bir haftadır kimse ile konuşmamıştı. Yeni bir dostu olacaktı, onunla dertleşecek sonra da kemikleri kül olana kadar yakacaktı. Yüzündeki gülümseme beyaz teni ile birleşince onu bir hortlak gibi gösteriyordu, bunu biliyordu fakat umursamadı.
Patronun adamlarına kafası ile selam verdi ve gördüğü kan gölüne doğru ilerlerdi. Yerde yatan genç bedeni inceledi.
Yeni dostu çok güzeldi!